Sunuş

Boğaziçililerin Yanındayız

Kemal Şahin (MAN'88)

Anma

Prof. Dr. Ahmet Acar'ın ardından...

Kemal Şahin (MAN'88)

Anma

Prof. Dr. Nuri Saryal Hocamızı Kaybettik

Kemal Şahin (MAN'88)

Güncel

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişin anımsattıkları

Prof. Dr. Uğur Ersoy

Güncel

Yaman Barlas ile B.Ü. Direnişi Üzerine Söyleşi

Nezih Yaşar (IE'82)

Güncel

Özerk Üniversite

Doç. Dr. Serap Emil (EDS'00)

Güncel

B.Ü. bileşenlerine destek mesajları

ODTÜMİST'den Haberler

Söyleşi-Gezi-Etkinlik

Uzaktan Eğitim

ODTÜ’de Uzaktan Eğitim Dönemi Nasıl Bitti…

Alperen Keleş (CENG 4.sınıf)

Bir ODTÜ'lü

"Mekanik hayata elveda, ekolojik hayata merhaba"

Uğur Ayken (ME’76)

Söyleşi

Ağın'da organik badem üreticisi iki ODTÜ'lü

Kemal Şahin (MAN'88)

Kitap

Unutmamak, devrimci bir eylemdir

Sibel Özbudun

Edebiyat

Köy masalında bir kadın isyanı

Hakan Sapmaz (ADM'85)

Edebiyat

Eleştirel gerçekçi romancımız

Zeynep Sert (ECON'83)

Felsefe

Felsefeye Devam

Gezi

Zamanın durduğu kent: Mardin

Lalehan Utkan

#odtülüyalnızdeğilsin

Bi’ Dünya ODTÜLÜ – Kariyer

Nilsu Uyar (STAT'18)

Mentorluk

6. Dönem ODTÜMİST Mentorluk Programları

Burstan Haberler

11 bursiyerimize bilgisayar & Destekçilerimiz

Künye

İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayın Organı

Kasım 2020-Şubat 2021

Gezi

Zamanın durduğu kent: Mardin

Lalehan Utkan

Sınırları içinde 7 kale barındıran, yöreye özgü sarı küfeki taşından evleri ve kendine has mimarisiyle ünlenen Mardin’i, tarihi ve kültürel özelliklerini, geleneksel sanatları ve şaşırtıcı çarşısını Lalehan Utkan’ın kaleminden sunuyoruz.

 

Sırtını Mezopotamya'nın bereketli topraklarına yaslamış, binlerce yıl öncesine giden tarihiyle, ayak bastığınız anda “zamanın durduğu”' hissini veren bir kent Mardin.

 

Kaleler anlamına gelen Merdin kelimesi zamanla Mardin olarak değişse de, halkın büyük çoğunluğu Merdin diyor hala yaşadıkları şehre. Mardin sınırlarında kalan 7 tane kale olduğunu öğrendiğimizde, bu adı neden aldığını da anlıyoruz.

 

Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de, M.Ö. 4500'lerden itibaren bölgede hüküm sürmüş ve büyük bir uygarlık kurmuş olan Subariler zamanında varolduğu kesindir. 1932 yılında, Nusaybin yakınlarındaki Gırnavaz Höyüğü'nde başlayan kazılarda, Mezopotamya geleneğine uygun, hafif ateşle tütsülenerek hoker pozisyonunda yatırılmış halde bulunan gömüler M.Ö. 4000'lere tarihlenmektedir.

 

Mezopotamya Ovası'nın bereketli toprakları, bu bölgenin, çağlar boyunca farklı uygarlıkların ilgisini çekmesine ve yerleşmesine sebep olmuştur. Hurri, Sümer, Akadlar, Mitanniler, Hitit, Asur, İskit, Babil, Pers, Makedonya, Roma, Bizans, Arap, Artuklu, Selçuklu ve Osmanlı devirlerine ait pek çok tarihi hazineyi barındırmaktadır. Bu bereketli topraklara sahip olma isteği, Mardin ve çevresini bir savaş ve mücadele alanına çevirmiştir. M.Ö. IV. yüzyılda Büyük İskender'in zamansız ölümüyle Pers hakimiyetine geçmiş, M.Ö. I. yüzyıldan itibaren Roma ile Persler arasında bir mücadele alanı haline gelmiştir.

 

M.S. 640 yılı, Mardin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Halife Ömer komutasındaki Arap ordusu Amuda'ya kadar gelerek bölgeyi egemenliği altına alır. Nihai olarak Osmanlı topraklarına katıldığı 1517 yılına kadar, Selçuklu, Artuklu, İlhanlı, Eyyubi, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi farklı medeniyetlerin geçiş noktası haline gelir. Kurtuluş Savaşı sırasında, önce İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilmek istense de, halkın özverili savunması sonucunda Türk topraklarında kalarak, Cumhuriyet ile birlikte il olur.

 

Çarşıda satılan giysilerin renk ve desenleri göz alıyor. Mardin’de araçların giremediği sokaklarda, her türlü taşıma işi eşeklerle yapılıyor. Mor Gabriel Manastırı, Aramice’nin genç kuşaklara öğretildiği en etkin merkezlerden biri.

                                                                                       
MARDİN EVLERİ
Kalenin eteklerindeki yamaçlardan setler halinde  ovaya doğru inen Mardin evleri, yöreye özgü olan sarı küfeki taşından inşa edilmiştir. Oldukça yumuşak ve kolay işlenebilir bir taş olması sebebiyle, evlerin cephelerinde zengin motifler görülmektedir. Genellikle ortadaki avluyu çevreleyen odalardan oluşan evlerin kapı ve pencere açıklıkları, iklime bağlı olarak küçük bırakılır. Odalar, daha fazla ışık alması için güneye, mutfaklar ise, gıdaları daha uzun süre saklayabilmek için kuzeye bakar şekilde yapılmışlardır. İlkçağlardan itibaren görülen bu mimaride evler, birbirinin ışığını kesmeyecek biçimde, kalenin eteklerine sıralanmıştır. Hayat adı verilen orta avlular ise, kalabalık ailelerin ortak yaşam alanlarıdır.

 

Mardin mimarisi denince akla ilk gelen yapılardan biri de şüphesiz, “Abbara”lar. Dünyanın pek az yerinde, sokakta yürürken bir ailenin oturma ya da yatak odasının altından geçilir. Birbiriyle akraba iki ailenin parsellerini birbirine bağlayan geçitler denebilecek Abbaralar Mardin sokaklarında oluşturdukları tüneller ile yazın güneşin yakıcı etkisinden, kışın ise Mezopotamya'nın şiddetli yağmurlarından bir nebze de olsa korur gelip geçenleri.

 

Abbaraların ardı ardına sıralandığı Mardin sokakları, kaleye doğru tırmanan dik yamaçlara merdivenler şeklinde yapılmıştır. Araçların giremediği sokaklarda, her türlü taşıma işi eşeklerle yapılır. Çöp toplama gibi belediye hizmetlerinin de eşekler ile sağlandığı Mardin'de, zaman içinde, eşeklerin sırtına asılan ve kilbiş adı verilen heybeler de bir ölçü birimi haline gelmiştir.

 

Turabdin (Tanrının hizmetkarlarının dağı) olarak adlandırılan ve Mardin, Midyat ile çevresini içine alan bölgede sayısız Süryani manastırı bulunuyor. Ataları, Hazreti İsa'nın da bağlı olduğu Arami halkından oluşan Süryaniler, bölgenin en eski halkı. Kilisenin de kullandığı dil, Aramice'nin bir lehçesi olan Süryanice. 1960'lı yıllara kadar Mardin patriklik merkeziydi. Sonrasında Suriye'ye taşınan patrikhane şu anda Lübnan'da. Patrikliğe bağlı 20 metropolit merkezinin 4 tanesi Türkiye'de olsa da, terör, baskı ve benzeri sebeplerle oldukça göç vermiş Süryani cemaat. Dünyadaki 20 milyon civarı Süryani nüfusunun 17.000 kadarı Türkiye'de yaşıyor; onların büyük çoğunluğu da İstanbul'da.

 

Kumaş boyama, el yazmacılığı, kuyumculuk gibi geleneksel el sanatlarını yaşatmaya çalışıyorlar. Özellikle Midyat ve Mardin'de görülen, saç teli inceliğindeki gümüş tellerin parmaklar arasında bükülmesiyle yapılan telkari işleri kuyumcuların vitrinlerini süslüyor.

 

Süryani manastırlarının bazıları hala aktif ve Mardin'e gelen ziyaretçilere de kapılarını açıyor. Bunlardan biri Mardin merkeze yakın bir konumda olan Deyr-ul Zafaran. Tarihi V. yüzyıla kadar inen manastır eski Süryani patrikhanesi. Farklı zamanlarda yapılan eklentilerle 18. yüzyılda bugünkü görüntüsüne kavuşmuş. Manastır, tam olarak tarihi bilinmeyen ama Mardin'in kuruluşuyla yaşıt olduğu düşünülen bir güneş tapınağının üzerine kurulmuş. Her biri 1,5 ton ağırlığındaki taşların, harç kullanılmadan birbirine tutturulmasıyla inşa edilen tapınak, üstündeki manastırı taşıyor. Roma devrinde tapınağın üzerine inşa edilen kale, Aziz Şleymun'un bazı aziz röliklerini getirmesiyle manastıra dönüşmüş. 15. yüzyıldan itibaren, etrafında yetişen safran bitkisi sebebiyle Zafaran/Safran adını almış. Günümüzde de, manastırı ziyarete gelenler, zeytin ağaçları ile kaplı bir vadiye bakan terasta oturup safran çaylarını içmeden girmiyor içeri.

 

Mardin'e 70 km. uzaklıkta bulunan, Midyat'ın 23 km. güneydoğusundaki Mor Gabriel Manastırı da gezginlerin uğrak yerlerinden biri. Cemaatin en eski manastırı olan yapı M.S. IV. yüzyıla tarihleniyor. Rahiplerin meskeni anlamına gelen Deyr-ul Umur ismi, VII. yüzyılda manastırın gelişmesine büyük katkılarda bulunan Aziz Gabriel ile Mor Gabriel olarak değişmiş. 1600 yıllık tarihi boyunca Süryani cemaatinin ilim merkezi olmuş. Manastırın okulundan yetişen çok sayıda patrik, metropolit ve rahip var. Aramice ayin yapılan manastır, bu kadim dilin genç kuşaklara öğretildiği en etkin merkezlerden biri.
 

Eski Mardin'in ana caddesinde yürürken zaman tünelinde hissediyor insan kendini. Yüzlerce yıllık Süryani kiliseleri, Artuklu, Osmanlı camileri, medreseler omuz omuza vermiş, Mardin sokaklarını bekliyor. Mardin çarşısında kaybolmak çok kolay, labirent misali daracık sokakların tamamı birbirini kesiyor. Rengarenk kumaşlar, ahşap işleri, süryani kurabiyeleri satan dükkanlar iç içe geçmiş gibi duruyor. Envai çeşit baharat kokusunun Mardin'in ünlü doğal sabunlarının kokusuna karıştığı çarşıda mola verip Bıttım kahvesi veya Süryani şarabı içerek eşsiz Mezopotamya manzarasını seyre dalacağınız teras cafeler de var. Bakırcılar çarşısına uğramadan önce mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Mardin Ulu Camii. 12. yüzyılda Kutbettin İlgazi tarafından yaptırılan cami, dilimli kubbesi ve muhteşem bir taş işçiliğine sahip olan minaresiyle Mardin'in sembolü olan yapılardan biri. Çarşının karmaşası ve gürültüsünden sıyrılıp avluya adım attığınız anda bambaşka bir dünyaya geçiveriyorsunuz. Mezopotamya'ya hakim bir setin üzerindeki yapının minarelerinden biri 1885 depremi sırasında yıkılmış.

 

“Mardin'de Boğaziçi'nin ışıkları ve geçen gemiler seyredilir mi?” sorusuna “hayır” diye cevap vermeden önce, gün batımıyla birlikte çöken karanlıkta, kalenin eteğindeki yüksekçe teraslardan birine çıkarak Mezopotamya'yı izlemek gerek. Gecenin karanlığıyla örtünerek denize benzeyen ovadaki tek tük serpiştirilmiş köyler, titreyen ışıklarıyla, Boğaz'dan geçen gemileri andırıyor.

 

Ovanın en güzel izlendiği yerlerden biri de Kasımiye Medresesi. Yapımına Artuklu devrinde başlanan medrese, Timur istilaları sebebiyle Akkoyunlu hükümdarı Kasım Bey tarafından 1457’de tamamlanmış. Açık avlulu medreselerin bir örneği olan yapının avlusundaki havuz sistemi, insanoğlunun dünyaya geldiği andan itibaren başlayan hayat serüvenini simgeliyor. Duvarlarındaki kırmızı renkli lekelerin yapılan son restorasyonda, tekstil boyası olduğu anlaşılmış ancak, yöre halkı bunların, avluda öldürülen Kasım Bey'in, duvara sıçrayan kanı olduğunu iddia ediyor hala. Medresenin çıkışında sıralanan Mardin kadınlarının yaptığı el işi boncuk takılar, biraz daha oyalanmamıza ve ovanın manzarasına doymamıza sebep oluyor.

 

Askeri bir üs olarak kurulan Dara Antik Kenti, tarih boyunca Pers ve Romalılar arasında gidip gelmiş, kanlı savaşlara sahne olmuş (sol üstte). Mardin'in bir diğer simge yapısı: Mardin Ulu Camii (sol altta). Süryani manastırlarının bazıları hala aktif ve Mardin'e gelen ziyaretçilere de kapılarını açıyor. Bunlardan biri Mardin merkeze yakın bir konumda olan Deyr-ul Zafaran (sağda).

 

Mardin'in 30 km. güneydoğusunda, Suriye sınırına yakın Dara Antik Kenti de, mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken bir yer. Askeri bir üs olarak kurulan kent, tarih boyunca Pers ve Romalılar arasında gidip gelmiş, kanlı savaşlara sahne olmuş bir yer. Surları aşamayacağını anlayan Persler, içlerine zehirli akrep ve yılanlar doldurdukları küpleri, mancınıklarla attıkları zaman, şehri saran böcek istilası sebebiyle düşen Dara, ilk biyolojik savaşın yaşandığı yer olarak kabul ediliyor. Kazıların henüz %5’i tamamlanmış. “Bittiği zaman Güneydoğu’nun Efes'i olacak” deniyor. Kayalara oyularak yapılmış nekropol alanı, tahıl ambarları, sarnıç ve mahzenleriyle etkileyici bir ören yeri Dara.

 

Mardin bahar aylarında gezilmesi gereken bir kent. Muson yağmurlarını aratmayan, merdivenli sokaklardan ana caddeye şelale misali akan Mezopotamya yağmurları, sonbahar aylarında Mardin sokaklarında yürümeyi zorlaştırıyor. Her halükarda, misafirperver halkı, eşsiz tarihi, zengin mutfağı ve masalımsı görüntüsüyle, gidilmeyi, gezilmeyi hak eden bir şehir Mardin.

 

BUNLARI YAPMADAN DÖNMEYİN:
  • Deyrul Zafaran'ın terasında mutlaka safran çayı için.
  • Ulu Cami'nin süslemeli minaresinin fotoğrafını çekin.
  • El yapımı Süryani şaraplarının tadına bakın.
  • Mardin Müzesi ve Sabancı Kent Müzesi'ni ziyaret edin.
  • Akşamüstü fırınlardan taze çıkan Süryani çöreklerinden tadın.
  • Eşek sütünden yapılan sabunlardan alın.
  • Bakırcılar çarşısına gidip Şahmaran dekorlu aynaları görün.
  • Ve mutlaka gecenin karanlığında Mezopotamya Ovası'nı izleyebileceğiniz bir teras bulun.