Sunuş

20. Olağan Genel Kurulumuzu yaptık

F. Şebnem Karagöl (EE'79)

Güncel

Bugün bir eşikteyiz…

Meral Güler (CHEM‘85)

ODTÜ'den Haberler

Gökkuşağı merdivenleri

ODTÜMİST'den Haberler

20. Olağan Genel Kurul

Yorum

ODTÜ’nün “Araştırma Parkı” Gündemi!

Nezih Yaşar (IE'82)

bi' Dünya ODTÜ'LÜ

ODTÜlüler, bi’ Dünya ODTÜLÜ 2021’de buluştu

Çevre

Müsilaj ve Kanal İstanbul

Prof. Dr. Ahmet Cemal Saydam - Doç. Dr. Çolpan Polat Beken

Güncel

Kadrajımdaki Müsilaj..!

Ateş Evirgen

Çevre

İklim değişikliği ve tarımsal üretimle etkileşimi

Oğuz Uslu (MM'81)

Söyleşi

Prof. Dr. Belma Baskett: Ne istiyorsanız kalbinizle yapın

Özay Yaşar (SOC’80)

Anma

Güntaç Özler Hocamızı kaybettik

Haluk Ağabeyoğlu (ECON’83)

Bir ODTÜ'lü

Serhan Güngör: Bizim kafamız özgürdü

Burstan Haberler

Burs vermek...

Zekai Akbay (CE’83), Harun Bayraktar (ME’98)

Mentorluk

Yenilikler, haberler, görüşler

Maraton

Maraton 2020 ve 1GDT 2021 Hedefleri

Burstan Haberler

Ahmet Acar Bursu & Köprü Çalışmaları

Fotoğraf Çalışma Grubu

Dünden Bugüne Bolivya

Cem Sarvan (MINE'89)

Gezi

Moğolistan ve İpek Yolu’nda Bir Kültür Yolculuğu

Ömer Yalçınkaya (ECON'85)

Edebiyat

Aile Mezarı

Mehmet Yakut (CHE'76)

Edebiyat

Çevirmeninden Müzikli Sunum

Yasemin Civelekoğlu (CHE’78)

Felsefe

ODTÜMİST Felsefe Kulübü Çalışmaları

Haber

Güneşin Patenti Olmaz

Mezunlardan

Ankara, Mersin, Bodrum'da genel kurullar yapıldı

ODTÜMİST'den Haberler

Söyleşi-Gezi-Etkinlik

Burstan Haberler

Destekçilerimiz

Künye

İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayın Organı

Mart-Temmuz 2021 Sayısı

Güncel

Kadrajımdaki Müsilaj..!

Ateş Evirgen

Marmara; geçmişten günümüze, rengi en çok solan, kıyıları en çok kalabalıklaşan, çevresi en fazla betonlaşan, en fazla tür kaybına uğrayan denizimiz. Doğal olarak bu haliyle dalgıçların, su altı fotoğrafçılarının en az ilgi duydukları, en az uğradıkları denizimiz sanılabilir. Ancak gerçek bu değildir.

 

Bu haliyle bile biz su altı fotoğrafçıları için, çok fazla gizem barındıran, ansızın hiç beklenmeyen bir tür ile bizleri karşı karşıya bırakan, görüntülerimize alışık olmadığımız renkleri yansıtan bir denizimizdir Marmara. Bu nedenle bizler, ülkemizde yaptığımız dalışların önemli bir kısmını evimize bu en yakın denizimizde yaparız ve her defasında dalıştan ayrı bir tatmin duyarak sudan çıkarız. Belki istenen kalitede fotoğraflar elde etmek için bir başka denizde olduğundan daha fazla çaba göstermek zorunda kalırız. Daha az görüşün olduğu, derinliğin artıp, o oranda ışığın azaldığı bir ortamda fotoğraf çekip saklı renkleri ortaya çıkarmak şüphesiz diğer denizlere göre çok daha zordur. Aslında Marmara’nın gizemi de buradadır. Ancak ne yazık ki, her defasında şunu fark ederiz ki; o da Marmara’da görüşün her geçen yıl biraz daha azaldığı, renklerin yıllar geçtikçe daha da solduğu, fotoğraflarımıza yansıyan partiküllerin kompozisyonumuzu gittikçe daha fazla bozduğu, kadrajımıza almaya çalıştığımız canlı türlerinin gittikçe seyreldiğidir.

 

Ancak bu yılın Kasım ayından beri Marmara alışık olmadığımız yüzünü bize göstermeye başladı. Günler geçti ve öyle bir deniz karşımıza çıktı ki, artık onun yüzeyine baktığımızda denizi göremediğimiz, içine daldığımızda birbirimizi kaybettiğimiz bir ortam ile karşılaşır olduk. Marmara denizinin kıyısında yaşayanlar bunun ne anlama geldiğini kavrayamadılar ve kendileri için yeni bir terim ile tanıştılar: müsilaj! Bu dönem sadece İstanbullular için değil, tüm Marmara ve Çanakkale Boğazı çevresindeki yerleşimciler hatta tüm Türkiye müsilaj, bazen de deniz salyası denilen bir olgu ile tanıştılar.

 

Marmara’ya sık dalan dalgıçlar olarak bizler müsilajı bilen insanlardık. Onun varlığının zaman zaman farkına varırdık. Nedenlerini de az çok bilirdik. Ama her dönem günler geçip müsilajın yavaş yavaş kaybolduğuna hep tanık olurduk. Ama en azından bu yıla kadar böyleydi.

 

Kasım ayında başlayan, bütün kış kendini gösteren ve balıkçıları çalışamaz duruma getiren müsilaj kendini bu defa her defasından daha fazla hissettirdi ve bahar ile sular ısınmaya başladıkça da deniz yüzeyi tanınamaz duruma geldi. Bu defa sadece dalgıçlar, balıkçılar değil bu ülkede yaşayan herkes bu olay karşısında dehşete kapıldı. Buna rağmen belirli bir süre geçecek, yaza doğru Marmara’dan özellikle Karadeniz’den gelen akıntıların şiddeti artacak ve bu şekilde müsilaj temizlenecekti. Beklenti buydu, ama böyle olmadı. Her geçen gün denizin üstündeki müsilaj artıkları çoğalıyordu, limanlar, marinalar sanki plastik bir malzeme ile kaplanıyordu. Bazı bölgelerde bu örtü üzerinde gümüş balıkları, karidesler gibi kıyı suları canlılarının ölülerine rastlanır oldu. Uzun yıllardan beri kıyısında yaşayanlar tarafından kirletilen deniz, bu defa kendi kendini kirletiyordu. Marmara, barındırdığı canlılar için tehdit olmaya başlamıştı.

 

Bu durumda suyun altı nasıldı, müsilaj deniz dibini nasıl etkiliyordu? Deniz canlıları bu olay karşısında kendilerini koruyabiliyorlar mıydı?

 

Bu sorunun cevabını bulmak için özellikle İstanbul Prens Adaları çevresinde dalışlar yapmaya karar verdik. Ancak pandemi yasaklarına yakalanınca Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi’nin sağladığı özel izinler ile Nisan ayı sonundan itibaren bölgemizde dalışlar yapıp müsilajın su altındaki etkilerini gözlemleyip belgelemeyi gerçekleştirdik.

 

 

İlk dalışlarımız sırasında karşılaştığımız şartlar nedeniyle ne yapacağımızı pek bilemedik. Aslında adalar çevresinde su hareketlerinin diğer alanlara göre çok daha fazla olması nedeniyle, limanlarda, kıyılarda biriken müsilaj artıklarının çok rastlanmadığı yerlerden suya giriş yapıp dalışa başlayabiliyorduk. Ancak daha ilk metrelerden itibaren dalış eşimizi kaybedeceğimiz derecede yoğun bir müsilajlı ortam ile karşılaştık. Bilip tanıdığımız bölgelerde dalışı sürdürdüğümüz için dalış emniyetimizi sağlayabildik. Müsilajın suyun altındaki görüntüsü su üstündekinden farklıydı. Bazen bir insan büyüklüğünde hayalet gibi suyun altında sürüklenen bloklar halinde, bazen daha küçük düzensiz yapıda bazen de çok yoğun küçük parçacıklar halinde müsilajın kapladığı bir denizin içindeydik.

 

Başta fotoğraf çekmekte çok zorlandık. Neyi nasıl fotoğraflayacaktık bilemedik. Bugüne kadar denizin hep güzel, renkli yapısını görüntülemek üzere becerilerimiz evrimleşmişti. Şimdi ise denizin kirli yüzüne objektiflerimizi çevirmek zorunda kalmıştık.

 

İlk metrelerde deniz dibinin tümünün müsilaj ile kaplandığını ve midyelerin bol olduğu adalar denizindeki tüm midyelik alanlardaki midyelerin müsilaj ile kaplandığını gördük. Ama öğrendik ki, midye gibi denizi süzerek beslenen canlılar bu durumda bizlerin ümidiymiş. Üzerlerine kapanan müsilaj artıklarının onlar tarafından yok edileceğini bilmek içimizi rahatlattı. İşte denizi tüketmememiz gerektiğinin en güzel örneği. Midyeler ne kadar çoksa, deniz hıyarları ne kadar yaygınsa denizdeki kirlilikle o kadar mücadele etme imkânımız artıyor.

 

Ama diğer canlılar için bunu söylemek mümkün değil. Taş balıklarının yuvalandıkları tüm taşlıklar, algler, yosunlar bu oluşum ile kaplanmış durumda. Çok kırılgan ve hassas yapıya sahip olan, canlıların deniz dibine bırakılmış yumurta kapsüllerine müsilaj artıklarının takıldığını görüyoruz. Bu kapsüllerin bu şartlarda hasar görmemeleri çok zor bir ihtimal. Yengeçler, üzerlerine sanki tül pelerinler sarılmış gibi normal hallerinden uzak hareket edebiliyorlar. Bu canlılar sonrasında bu dönemden ne derece etkilenecekler bunu zaman gösterecek.

 

Daha derinlere inip 35 metreler geçildiğinde müsilajın etkisinin azaldığı görülüyor. Su daha net olmasına karşılık, bu derinlikler her zamankinden daha loş, az ışıklı bir ortama dönüşmüş durumda. Belli ki ilk otuz metredeki yoğun müsilajlı tabaka güneş ışığının geçmesini engellemiş, ortamı karanlık hale getirmişti. İşte asıl tehlike, bu derinliklerdeki olması gereken oranda ışığın olmaması ve gerekli fotosentezin gerçekleşememesinin yaratacağı sorunları ortaya çıkaracak olmasıdır.

 

Derin sularda dip yapısının görüntüsü bizler için daha da şaşırtıcı olmuştu. Deniz tabanı tamamen müsilaj ile kalıntıları ile dolmuş, etkisini azalttığı derinliklerde aslında yarattığı tahribatın çok daha büyük olduğu ortaya çıkmıştı. Özellikle derin suların en güzel, en kıymetli canlılarından biri olan sarı çalı mercanları (Eunicella cavolini) kırmızı gorgonlar (Paramuricea clavata) müsilaj parçaları ile kaplanmış, nerdeyse nefessiz kalmış gibi görünüyorlardı. Bütün Marmara’nın deniz tabanının bu şekilde olduğunu bilmek işin boyutunu çok daha fazla gözler önüne seriyordu.

 

Bugünlerde deniz yüzeyinin nispeten temizlenmiş görüntüsü bizleri aldatmamalı. Suyun 6-7 metrelerinden sonraki ilk 30 metrelerindeki müsilajın etkisi hala çok fazla. Ve bu katmandaki tüm Marmara’da oluşan müsilaj belli ki bu denizin derinliklerine tümüyle saçılacak. Bunun sonuçlarının ne olacağını zaman bize gösterecek. Umarız geri dönülmez bir yola girilmemiştir.